30 Ekim 2009 Cuma

Bu Cumhuriyetin arkasında binlerce şehit binlerce gazi var

Çocukluğumda Cumhuriyet bayramlarını ne kadar farkında olmadan kutlamışız. Tek hatırladığım askeri törenler. Eğlenceler, bayraktan tişörtler yoktu o zaman. Bayrağa saygısızlık sayılırdı. Bu bayram birgün öncesinden astık bayrağımızı balkona. Mesai yarım gün olunca işe gitmedim. Kabak tatlısı pişirdik bayram niyetiyle. Cumhuriyet marşları söyledik beraber. Ertesi gün yani bayram günü Mehmet Amcamız askerden geldiği için onunla buluştuk.Bahar teyzede geldi. Cumhuriyet yürüyüşüne katılmaktan vazgeçmiştik. Oturduğumuz çay bahçesinde masa şemsiyelerine tırmandık. Hortum bulduk. Neyseki açmayı beceremediler. Mehmet amcanın acelesi olunca kısa oturup kalktık. Sonra attık kendimizi Suadiye Caddeye. Bütün binalar kırmızı bayraklarla donanmıştı. Atatürk afişleri, ışık gösterileri ,caddeye kurulan platformlar. Bir mağaza vitrini süslenmiş. Atatürk manevi kızının düğününde dans ederken. Hem ağlayıp hem dua eden her yaştan insan vardı. Hep bir ağızdan söyledik Türkiyem şarkısını. Ay yıldızlı tişörtlerimizi giydik. Bayrak salladılar en şirin halleriyle yavrular. Geçen sene ki kutlamalarda bayrakları kemirmeye çalışmışlardı. Gözler yine üzerlerindeydi.Bütün bunlar bizi coşturdu ama gelecekte vatanı onlar koruyacaklar. İpeğim ve Sencerim hiç unutmayınki bu cumhuriyetin arkasında binlerce şehit binlerce gazi var.

19 Ekim 2009 Pazartesi

OĞLUŞ BÜYÜMÜŞTE BABASIYLA İŞE GİTMİŞ

Cem Senceri işe götüreyim mi dediğinde, ne güzel olur dedim. Hem ikizlerin arada bir ayrı vakit geçirmeleri gerekiyor. Gerçi tereddütleri vardı başa çıkabilirmiyim diye. Nede olsa 20 aylık oyun canavarı bunlar. Şevkini hiç kırmadım . Elbette yaparsın ne var dedim. Sabah hazırladık bi çanta. Çıktılar baba oğul. 1.5 saat yol. Boğaz köprüsünden geçerken gemilere bakmışlar . Keyifleri yerinde ofise varmışlar. Bizim delikanlı dağıtmış etrafı. Babası kalem kağıt vermiş. Karalamış . Arabasıyla masaların altında oynamış. Top atmış. Bir bardak çayı devirmiş. 2 kere kaka yapmış. Baba başarıyla temizlemiş. Kahvaltısını yaptırmış. Öğlen çorbasını içirmiş. Aşkım sen olmuşsun en babasından. Bende arkadaşlarla program yapayım dedim dışarı çıkabiliyoken. Telefon bozulunca ve numaraları göremeyince kimseyi arayamadım. Hal böyle olunca sabahtan ev işlerimizi bitirelimde öğlen gezmeye çıkarız kız kıza dedim. Tek çocukla trakinge bile giderim böyle. Dağ taş dere tırmanacak kadar kolay ve özgür hissettim. Biz hazır olana kadar öğle olmuş. Cemle sencer geldiler. Sonra hep beraber yemeğe gittik.Güzel bir park sefası yapalım dedik. Yağmur bastırdı. Tekrar eve döndük. Bugün olmadı ama gene denk düşer elbet. Analı kızlı gezmeler.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Ormana gidiyoruz

Baltalar elimizde Uzun ip belimizde Biz gideriz ormana Hey ormana Yaşlı kütük seçeriz Testereyle biçeriz Biz gideriz ormana Hey ormana Ormana giderken söylediğimiz şarkımız Havaların biraz serinlemesine rağmen, son iki haftadır pazar kahvaltılarımızı ormanda yapıyoruz. Bütün haftanın koşuşturmasından sonra şöyle ayaklarımızı toprağa basalım dedim . Hem öyle huzurlu geliyor ki; kahvaltıda sadece kuş cıvıltıları. Ekim ayı olduğundan kalabalık değil etraf. Burada menemenin tadı bile başka. İçtiğim çay başka. Etraf yemyeşil. Hatta yer yer gökyüzü görünmüyor ağaçlardan. Yavrularda keşifte. Neler mi yaptılar. Yerlerden meşe palamudu topladılar. Ağaçları incelediler. Motokrosçu abilere baktılar. Bi önceki hafta çamurların içinde zıplayıp durmuşlardı hava yağmurlu olduğundan. Bu hafta ağaç kavuklarına girdiler. Ağaçları kemiren keçileri seyrettiler. Hamakta sallandılar. Ceplerine taş topladılar. Küçük tepelere tırmanıp, yorulunca yerlere oturdular. Ormanda mantar toplayan gruplarda vardı. Kahvaltıdan sonra biraz yürüyüş yaptık ve oradan da Kilyos'a indik. Hava sanki yazdan kalan son günlerini yaşıyordu. İpek uyudu. Sencer Cem ve ben ayaklarımızı denize soktuk. Yerim ben bu pompiş ayakları. Oğluş yazdan bu yana hiç değişmemiş. Sudan korktu. Denize giren köpeğe ve sahibi çocuktan gözlerini alamadı. İlk defa bir köpeği denizde görüyordu. Bak oğlum köpekte denizde , hadi sende gel desemde yemedi. Sencer uzun süre kum ve kovayla oynadı. Akşama doğru dönerken , Çevre ve Orman Müdürlüğünden fidanlar aldık. Bunları en kısa zamanda dikeceğiz. Eve dönüş yolunda İstinye Park'a uğradık. Buradaki Rain Forest Cafeyi akvaryumu dışında hiç sevmedik. Orman, sessizlik, temiz hava, sakin bi kumsal dan sonra kapalı boğucu ve gürültülü alışveriş merkezi hiç olmadı .

10 Ekim 2009 Cumartesi

RAHMİ KOÇ MÜZESİ

Bu hafta müze ziyaret ettik. Keyifli ve ilginç objeler gördük. Araba, uçak, tren, gemiler. Denizaltıya yavruların yaşı tutmadığından giremedik. Zeytinyağı fabrikası ,kendi kendine çalışan makineler. Sencerin en sevdiği bölüm at arabaları, otomobil galerileri ve çocuk atölyesindeki büyük abaküs. Salon girişindeki aslanlarıda İpek çok sevdi. Çeşitli makineler bir tuşa basılarak çalışabiliyor. Bir motorsikletin gerçek çalışma sesini dinledik. Kendi boylarına yakın arabalarla oynadılar. Sencer abaküsü görür görmez koşup tırmandı. Boncukları sağa sola itmeye başladı. Ulaşabildikleri her tekerleği çevirmek istediler. Herşeyi ellemek isteyince omzuma aldım Senceri. İpek uyuyordu bu arada. Birazda böyle dolaştık. Cafede çay molasından sonra İpek uyandı. Bahçedeki uçakları gezdik. Uçaklar İpeğin ilgi alanı içinde. Ayrıca Müzenin bahçesindeki oyun alanı ve Atlı Karıncayı hava kararana kadar terketmedik. Bu onların tercihiydi.

8 Ekim 2009 Perşembe

Herhangi bir akşam

Akşam işten eve geldiğimde, kapıdan içeri girer girmez, üstümü bile değiştirmeden sırtıma çıkılıyor. Atçılık oynuyoruz. Saçlar yolunuyor, kafamdaki tokalar alınıyor. Kolye varsa oda. Beni yere yatırıyorlar. Karnımın üstünde 2 zıplama. ahhhh. Oğlum kızım acıdı acıdı diyorum. Nafile. Bütün salya sümükler yanağıma akıyor, yüzüme gözüme bulaşıyor. Üzerimde zıplayan 23 kilo var. Yüzümün üstüne oturup gaz çıkarıyorlar. Ne yaptın kızım diyorum. Cevap bırt. Oynuyoruz. Yüzlerindeki mutluluk tarifsiz. Yemek saati gelince, asla bana yemek yedirmezler. İpeği kucağıma aldığımda Sencer de gelmek ister veya Sencer kucağımda ise İpek onu ittirip kendi oturmak ister. Başlar bir kapışma . Mama sandalyesinede oturmak istemiyorlar. Neyseki birini baba alır birini anne. Kavga biter. Tabağıma ellerini sokarlar, karıştırırlar, yiyor numarası yaparlar,yere dökerler. Tuzlukları avuçlarının içine tutup yalarlar. Akışını seyrederler. Çay saatinde de hiç eksik kalmazlar. Çocuklar sizi kandırdığım için üzgünüm. Çay yerine ıhlamur kaynatıp veriyorum. Nasılda dökmeden içiyorlar. Bardakla su içmeye alıştırırken bu kadar özenli içmiyorlardı. Onlarla beraber kahkaha atmak, yuvarlanıp yere düşmek, ten temasında bulunmak harika. Hele biraz daha bilinçlenince. Daha da zevkliymiş annelik. Çalışan anne olunca, akşama kadar özlemle bekleyen yavrulara hayır demek çok zor. Bırakıyorum kendimi onlara. Zaten beni görünce başkasına gitmiyorlar. Ancak onlar uyuduktan sonra ev işlerime ve kişisel işlere bakabiliyorum. Üstelik hayatımda onların yerini dolduracak daha önemli bir iş yok. İnsan isterse herşeyin üstesinden geliyor. Düzenimi kurdum artık. İlk 6 ayım karman çormandı. Kafam karışıktı. Ne yapacağımı bilmez haldeydim. Öğrenerek, okuyarak, paylaşarak başardım. Kendimi zorladım. Yapabildiğim bu demedim. Daha fazlası için uğraştım ve uğraşıyorum. Hala az uyuyorum. Akşam eve geldikten sonraki koşusturmanın farkında değil yavrular. İşlerimi hep planlıyorum. Kimse dört dörtlük değil. Herşeyden çok anlaşılmaya ve sevgiye ihtiyaçları var. Onların tek istedikleri ben. Benimde hayatımın anlamı onlar.

6 Ekim 2009 Salı

"ANNİ BADIT MAMA"

Başlığı yabancı dilde yazmadım:))İpek balığa yem verelim demek istiyor. Beni elimden tutup balığın başına çekiyorlar. Her akşam yatmadan önce İpek ve Sencer 1 er tane yem veriyor balığa. Bir süre onu seyrediyorlar. Balık nasıl yapıyor diyorum. Ağızlarını açıp kapıyorlar. Fanusun camına vuruyorlar ve ellerini içine sokmak istiyorlar. Tabiki anne engeli hemen beliriveriyor. Balığı ellemek yok. Uzaktan bakacağız. Fanusu devirmeyeceğiz. Su ürünleri mühendisi bir kocam olduğundan yıllarca balık besledik. Bazen evimizde 3-4 akvaryum oldu. Zamanla hepside öldü. Hatta bir keresinde ısıtıcı bozulduğundan , balıklar kaynadı akvaryumda. Bitanesi yaşamıştı. Onuda ben komando ilan etmiştim. her şartta soğukta sıcakta kendini canlı tutabildiği için. Umarım bu balığımız uzun ömürlü olur.Bu arada repertuarımıza yeni bir şarkı eklendi. Kırmızı balık gölde Kıvrıla kıvrıla yüzüyor Balıkçı Hasan geliyor Oltasını atıyor Kırmızı balık dinle Sakın yemi yeme Balıkçı seni tutacak Sepetine atacak Kırmızı balık kaç! kaç! Kırmızı balık kaç! kAÇ

5 Ekim 2009 Pazartesi

YENİDEN AÇILDI PERDELER

İlkokuldayken izlediğim mavi kuş oyunuyla düştüm tiyatro sevdasına. Ogünlerden bu güne hiç eksilmedi sevdam. Çocuklardan önce Cemle ayda iki kez giderdik tiyatroya. Özellikle okul yıllarında. Son iki senedir çocukları bırakacak kimse olmadığından istemeden de olsa ara vermiştik. Bu Ekim ayındaki sezon açılışı heyecanlandırdı bizi. İlk biletlerimizi aldık. Bir akşam babannemiz bakacak İpek ve Sencere, bizde gidebileceğiz. Önümüzdeki sene yavrularıda çocuk oyunlarına götüreceğim. Evde kuklalarla ve parmak oyunlarıyla başlamıştık zaten bu işe . Oyunla eğitiliyorlar nede olsa. Gerçek sahne, kuklalar kadar ilgilerini çekermi bilmem, hoşlarına giderse artık dördümüz yutarız sahne tozlarını.

1 Ekim 2009 Perşembe

Anneler yavruları dekodersizde anlar

ayakkabı: abıka Anne: Anni Balık: Badıt Babaanne: Mamanne Mavi: Mami Miyav: Miyam Top: Bop Araba: Han Han İpek: İpi Sencer: Sencen Süt: Çüt cam: dam okadar: okaga kamlumbağa: kapuga Yarım yarım konuşmalara başladık. Çok düzgün söyledikleri kelimelerde var. Bazen şaşırıyorum. Yok bunu telaffuz edemez diyorum. İleride cümlede kuracağız inşallah. Birde kendi aralarında konuştukları dil var. Onları anlayamıyorum işte.