18 Aralık 2011 Pazar

okula başlarken


Babanın işyerinin kreşine başladılar. Yığınla yuva gezmeden, en iyi yuva kriterlerini araştırmadan, aniden başladık. Babanneye biraz mola vermek adına. Bir hafta izin aldım. Çantalarımızı, kırtasiye malzemelerimizi, pijamalarımızı, nevresimlerimizi hazırladık. Tüm haftasonumuz alışverişle geçti. İpek ve Sencer çok heyecanlıydılar. Akşamdan çantalar hazırlandı. Sabah Sencer erkenden uyandı. Ben okula gideceğim diyerek. İpeği uyandırdık. Evden çıkarken sorun yaşamadık. Sokağımızdan yürürken büyüklerin okuluna baktık. Çok sevdikleri komşu kızı Aslı hakkında konuşmalar yaptık. Aslı servise binip okula gidiyor şeklinde.

Sencer ilk yarım gün öğlen diğer çocuklarla beraber yatmak istemiş. Öğretmeni sen bugün gideceksin,yatağın daha gelmedi demiş. Olsun ben yerde yatarım demiş, herkesi güldürmüş. Ertesi sabah kahvaltıda öğretmenlerinden yardımcılara herkes onu anlatıyor. Uyumlu,eğlenceli, arkadaşlarına şakalar yapan. Umarım önümüzdeki haftalarda böyle devam eder. Tecrübeli arkadaşlardan duyuyorum ki bazı çocuklar sonradan gitmek istemiyor olabiliyorlarmış. İpek ilk iki yarım gün iyiydi.
3.gün kapıdan bırakırken de iyiydi. O gün tam gün kalacaklardı. Öğlen uykusunda arızayı çıkarmış. Evde bile uyumaz zaten.

4.gün kapıdan içeri bile girmek istemedi. Öğretmeniyle konuştum. İpek uyumaz. Uyumazsa yatağında oturur , bir süre sonra alışacak demişti. İpeğin başında bırakacak bir öğretmenin olmadığını, kendisininde idarede işi olduğunu, bazen toplantısı olduğunu, sınıftada yalnız bırakamayacağını söylemişti. İçime oturdu bu laf. Biz alternatif eğitim sistemleriyle ihtiyaçların bireyselliğinden söz edip uygulamaya çalışırken hayatımıza. İpek ile bahçede oturduk biraz. Sıkı sıkı sarılıp birbirimize. Daha sonra birlikte kahvaltıya razı oldu. Sütünü içti. Kahvaltısını bir güzel etti. Bende çayımı içtim bu arada. Sencer sınıfa çoktan çıkmıştı. Hadi gel Sencer’e bakalım dedim. Elimi sıktı beni bırakmamak için. Konuştum defalarca , seni dışarıda bekleyeceğim. Öğlen uyutmayacak öğretmenin. Sonrada almaya geleceğim. Susmadı. Bunu gören Sencer de arkadaşlarıyla oynarken yanımıza gelip boynuma sarıldı. Neyse ki onu çabuk ikna edip arkadaşlarının yanına gönderdim. İpeği öğretmeni aldı kucağına. Benden dışarı çıkmamı istedi. Yoksa alışmaz dedi. İçimi çeke çeke döndüm arkamı. Lütfen sakinleşmezse beni arayın. Yakınlarda olacağım dedim. Çok üzgünüm. Acaba yanlış mı yapıyorum. Oryantasyon 2-3 hafta sürmez mi. Ne biçim bi yer burası. Bu okul velileri bina içinde tutmak istemiyor sanki. Benden başkada veli yok. Biz bir hafta geç başladık. İçimden herkesin çocuğu alışmış demek ki diyorum. Daha bir sene önce , bir anaokulu kapısında hiç tanımadığım bir çocuk için zırıl zırıl ağlamıştım. Annesiyle beraber İçeri girmemek için direniyordu ve öğretmeni aldı kucağına ağlıya ağlıya. Olur mu böyle şey demiştim . Bugün aynısını ben yaptım. Kızım ağlarken çıkıp gittim. Yakındaki bir ilkokulun bahçesine oturdum. Güya kitap okuyacaktım. Aklım yuvada. Öğlen öğretmeniyle konuşacağım tekrar. İpek karanlıktan korkuyor. Uyku odasında perdelerde çekili olunca. Akşama kadar oturdum okulun bahçesinde . Beni arayan soran yok. Çıkış vaktinde güle oynaya aldım onları. Nasıl geçti dedim öğretmenine. Beni aradımı gün içinde. Hayır , sizi hiç sormadı dedi.

5. Gün sabah sorunsuz uyandık ancak Sencer okula gitmicem parka gidicem diye tutturdu. Üstünü giyinmedi, yüzünü yıkamadı. Söz veriyorum oğlum, okuldan sonra parka götüreceğim. Binbir iknayla banyoya götürünce iyice ağladı. Tuvaletini yaptır, yüzünü yıkat, dişini fırçalat. İpek banyoda işini bitirip hemen üstünü giyindi. Ben yanında olduktan sonra sorun yok. Bazen birbirlerinden gördüklerini yapıyorlar. Biri ağlıyorsa veya herhangi bir konu için direniyorsa diğeride onu taklit ediyor. Anne neden okula gidiyoruz diye soruyor İpek. Açıklamaya çalıştım. Okulda bir sürü arkadaşınız var. Biz onları hergün evimize çağıramayız. Oysa okulda hergün onlarla oynayabilirsiniz. Hem öğretmenin benden çok daha fazla oyun ve şarkı biliyor. Bu arada Sencer giyinmeyince , sen babanneyle evde kalıp parka gidebilirsin, ben İpekle çıkayım dedim. Koştu geldi yanıma ağlayarak. Asansörün kapısında giyindi. Dışarı çıkınca çevreyle ilgilenmekten ağlamayı kesti. Hep beraber servise binip, okula geldik. Kapıdan bırakıp çıkmam gerek ama nafile. Kahvaltıya beraber indik . Orada vedalaşıp ayrıldım. Akşam sizi almaya geleceğim. Yavrular feryat figan yine. İlkokulun bahçesine gittim dünkü gibi. Daha evvel çocuklarını anaokuluna başlatan arkadaşlarla telefonla konuştum. İyi geldi bana. Birkaç tane anaokulu öğretmeni arkadaşım var. Onların fikirlerini aldım. Ağlayan çocuklarla ne yapıyorsunuz diye sordum. Yavrularımın güvenini, huzurunu örselemek istemiyorum. İznim bitince ne olacak. Babaanne ve dede sabırlı kararlı davranabilecekler mi . annelerin işi zor. Tüm ihtimalleri düşünmek, stratejileri planlamak, uygulamak. Yarın sadece servise bindirmeyi planlıyorum. Ben evde kalacağım. Bu seferde servise binmemek için direnecekler biliyorum. Tüm bunları düşünürken oturduğum okul bahçesinde yeniden andımızı, İstiklal Marşını dinlemek eski günlere götürdü beni. Burada çocuklar pet şişeyle futbol oynuyorlar. Oyuna öyle dalıyorlar ki zilin çaldığının bile farkında olmuyor bazıları. Birinci sınıflarda pek küçük göründü gözüme.

6,gün Onları servise yalnız bindirecektim ama evden çıkmak problem olunca , bahçede beklemeye söz verdim. Hep beraber bindik servise. Okula gelince içeri girmedim bahçede kaldım. İpek büzdü dudaklarını, öğretmeni aldı kucağına, bana da beklemene gerek yok dedi. Ben dayanamadım tabiî ki . Oturdum yakınlardaki çay bahçesine, başladım ağlamaya. Okulluyuz ama bi sevinemedim şu işe. Burası birkaç masalık ufak bi yer. Oturanların hepsi veli. Karşıdaki okula giden çocukların anneleri. Onlarda benden yani. Tesadüfen beni ağlamaklı gören bir anaokulu öğretmeniyle konuştuk. Bizim okuldaki öğretmenleride tanıyormuş. Kendi uygulamalarından bahsetti. Bizim kreşin öğretmenlerinden biri geldi. Onunla da konuştuk. Rahatladım kısmen. Tüm gün oturdum bahçede. İpek çıkınca beni bahçede bulmalı. Söz vermiştim ona. Akşam sorun yok. Mutlu çıkıyorlar.

7.gün Sabah düdük çalıp kaldırdım onları. Babanın askerden kalma düdüğü. Koğuş kalk şeklinde. Yataklarından kalktılar ama salona gidip yeniden yattılar. Dakikalarca dil döküp, üst değiştirip çıktık evden. Sencer düdüğünü aldı yanına ipek stikerlarını. Ağlayarak bindirdim servise. Bu sefer ben gitmedim. Akşama alacağım deyip kenara çekildim. Dayanamayıp nasıl olduklarını öğrenmek için öğlen okula gittim. Müdürle görüştüm. Nasıllar dedim. İyiler dediler. İpeğin uyumak istemediğini yineledim. Bir hafta daha gelsin. Eğer düzelmezse , okulda haftada iki gün pedogog var. Randevu alıp görüşelim dedi. Bugün son izin günüm. Pazartesi baba ve babanne bindirecek servise.
8.gün İlk haftasonu tatilinden sonra İpek yine arıza çıkarmış. Babanne ve dede servise bindirip eve dönmüşler. Grip halleri ilerliyor. İlk haftadan kaptık şifayı. İşteyken okulu arıyorum. Sorun olmadığını söylüyorlar. Ne zaman var dediler ki sanki. İçim rahat değil ama yapacak bişey yok. Akşam babanne ve dedeyle güle oynaya eve dönüyorlar.

9.gün öksürük artınca doktora götürüyor babanne ve dede. O gün evdeler. Amoklavin, Peditus, Brıcanıyle başlıyoruz.
10.gün Babanne ve babanın arzusuyla bir gün daha evde kalıyorlar. İlaçlarını içip evde dinleniyorlar. Bana kalsa alışma evresi dolayısıyla okula gönderirdim.
11.gün Sabah yine direniş. Dede Sencer ile gidiyor. İpeği motorla babası bırakıyor. Servise binerken ağlıyorlar .Bu sefer ikiside. Baba söz veriyor. Öğlen görmeye geleceğim . Baba gidiyor öğlenleyin. Bizde söz sözdür. İpek öğretmeniyle yemekten çıkarken babayı görüyor. Başlıyor ağlamaya. Tekrar sınıfa dönmüyor. Öğretmeni hem babayı uyarıyor hem İpeği. Bugünlük sana izin veriyorum ama yarın sabah bekliyorum diyor İpeğe. Babaya dönüp, sözlerimizi akşam verelim diyor. Sencer çoktan uyumuş.Akşam Senceri dedesi tek karşılıyor. Baba soruyor İpeği aradın mı oğlum. Cevap hayır.
12.gün yine tepkililer. İşyeri servisindeyken beni arıyorlar. Onlarla telefonla konuşup ikna etmeye çalışıyorum. Babaanne ve dede servis öğretmenine teslim edip ayrılıyorlar.
13.gün bu hafta sonu okula vermek üzere vesikalık fotoğraflarımızı çektirdik. Önce İpek ağlamaklı oldu poz verirken ama bir poz yakaladık. Sencer hiç çektirmedi. Yüzünü koynuma gömüp ağladı. Ertesi gün Sencer’e bir hikaye uydurdum. Araba ve iş makinelerini kullanırken ehliyetimizin olması gerektiğini biliyor. Ona ehliyetimi gösterdim. Kepçeye binmek istiyorsan sana ehliyet almalıyız. Ama önce resim çektirmeliyiz . Razı oldu beyefendi. Birgün önceki çocuktan eser yoktu. Güle oynaya çektirdi resmini. Babası onlara bilgisayarda ehliyet hazırladı. Print alıp laminasyon yaptık evde. Pazartesi günü , ilk defa sorunsuz servise binmişler. Ohh dedim. Devamı gelir inşallah. Öğlen uyumamış. Sen ne yaptın kızım çocuklar uyurken. Resim yaptım. Çizgi film seyretmedim dedi. Sevindim.

14.gün güzel gelişme. Ağlamadan hazırlanıp çıkmışlar. Akşam çantalarında not kağıdıyla geldiler. Haftasonu ilk veli toplantımız ve okulla birlikte ilk tiyatro gösterisinin duyurusu. O akşam uyutmak için yanına uzandığımda, sen işe gidiyosun benim okulda canım sıkılıyor dedi. Yine aynı şeyleri anlattım ona. Okulda birsürü arkadaşı olduğunu , birlikte oyunlar oynayacaklarını vs. vs.
15 ve 16.gün. Okula giderken sıfır sorun. Sencer tiyatroda ağlamış. İpek çiçek olmuş. Sencer sıkılmış korkmuş, onun için ağlamış. İpeğin yalancısıyım ben. Dedenin verdiği şekerleri kesmek lazım. Cem ve ben yavrulara hiç şeker almadık. Hala ve dede , bazen eş dosttan gelenler olmasa da ağız tatları oluşmasa. İpeğin tatlıyla pek arası yok. Arkadaşlarına dağıtmak için cebine koyuyor.
18-19-20.günler: Doktor kontrolüne gittiler. Burun sprayi vermiş. İpek yanına bile yaklaşmıyor. Sencer oyun niyetine sıkıyor. Sabah ikiside okulu seviyorum diye kalkıyorlar. Töbe töbe rüyalarına bişey mi girdi. Tüm aileye ağız birliği ettirdim. Sorun çıkardıklarında böyle böyle konuşacaksınız diye. Babayla dedikodu metodunu uyguladık. Çocukken okul günlerimizden konuştuk.
Veli toplantısında öğretmenimiz İpeğin kızlarla arasının iyi olduğunu, Yeme ve uyku konusunda sorunun kalmadığını söyledi. İpeğin oldukça anaç bir çocuk olduğunu ve ağırdan geldiğini , Sencer uzaklaştığı zaman İpeğin onu aradığını ama İpek ortada olmadığı zaman Sencerin onu aramadığını söyledi. Öğretmenimizden eğer İpek uyumak istemezse ona alternatifler sunmasını istedim. Resim yapmak, film seyretmek veya büyük sınıfların yanında oturtmak gibi. Velilerden biri itiraz etti. Olmaz öyle ayrıcalık diye. Çocuklar farklı muamele karşısında kendilerini kötü hissederlermiş. Has bin allah. En iyisi baş başa konuşmak. Müze,sergi,tiyatro gezilerinden bahsettik. Biraz branş derslerinden. Dans, müzik, halk oyunları, drama gibi. Bunca şeyi yarım güne nasıl sığdırıyorlar, öğleden sonra uyku ve ikindi kahvaltısıyla bitiyor zaten. Birde takip ettikleri dergi çalışmaları var.
21.gün sabah kusma ve ateşle uyanıyorlar. Okula gitmiyorlar . Tekrar doktor ve ilaçlar.

Bundan sonra birbirini kovalayan günler. Tam ikibuçuk ay oldu. Bazen hasta oldular bazen huysuzluk yaptılar bazen keyifle gittiler. Akşam sürpriz gününün hediyeleriyle, faaliyetlerle geldiler eve. Bazen topladıkları çiçekleri getirdiler bana. Herşey tozpembe değil tabi. Tükürmeyi ve ohaa demeyi öğrendiler. Deniyorlar beni. Bunların çok kaba davranışlar olduğunu söyledim ve üstlerine gitmedim. Genel olarak alıştılar . Kimi zaman ben bile sabah kalkıp işe gitmek istemiyorum. İkinci bir veli toplantısı yaptık bu arada. Utangaçlıklarından , göz teması kurmaktan kaçındıklarından bahsetti öğretmeni. Sanırım Pepeyi taklit ediyorlar. Evde trt çocuk kanalını sildik. Pepeden , keloğlandan hiç hoşlanmıyorum. Hele kollarını kavuşturup küsme hallerinden. Bende daha fazla dikkat ediyorum göz temasına. Yabancıların yanında kısa bir süre utangaç tavırlar sergiler sonra alışırlardı. Demek ki biraz daha cesaretlendirmek , sosyal becerileri desteklemek lazım. Sencerin gözlerinde kayma olduğunu söylemişti öğretmeni. Hemen gittik doktora. Yalancı şaşılıkmış. Burun kökü yapısının geniş olduğundan kaynaklanıyormuş. Başka bir doktordan daha randevu aldım iki ay sonrasına. Yılda bir kontrol şart.

Genel olarak okullu olmak güzel. Kim ne derse desin. Tüm gün babanneyle evde oturmaktansa okulda arkadaşlarıyla paylaşmayı, sıra beklemeyi, toplumsal kuralları , teşekkür etmeyi, özür dilemeyi, oyunlarla etkinliklerle sorumluluğu, saygılı olmayı ,çevreyi korumayı, temizlemeyi öğreniyorlar. Anaokulunun bundan sonraki okul notlarına hiçbir katkısı yok ama hayat başarılarına yüzde yüz etkisi var. Öğretmenimize kalbim sıcak bakıyor. İçtenliğinden, samimiyetinden bi şüphem yok. Bu hem benim çocuklarım hem de tüm çocuklar için sevginin,şefkatin,ilginin geri dönüşümü demek. Mesleğinede aşık. Bir aksilik olmazsa 3 yıl beraberiz.

12 Eylül 2011 Pazartesi

Büyüyorum,eğleniyorum,öğreniyorum/ 4 ELEMENT

Birkaç gün öncesinden Tübitak’ın 4 element kitabını okuduk.

Bugün size yaşamamızı sağlayan 4 elementi anlatacağım. Ateş, toprak, su ve hava.
Ateşi temsilen bir mum yakıyoruz Elini yaklaştırdığında ne hissediyorsun. Fazla yaklaştırırsan yanarsın. Sıcak değil mi? Biz elektrikler kesildiği zamanda mum yakarız. Ateşin hem ısısından hem ışığından faydalanırız.

Havayı temsilen bir balon şişirdik. Burnumuzdan derin bir nefes çekip ağzımızdan verdik. Uçurtmalar, kuşlar, uçaklar, sinekler hava sayesinde uçar.

Suyu temsilen birkaç buz ve 1 bardak su aldık. Susadığımız zaman su içeriz. Başka ne yaparken su kullanırız. Banyo yaparken, çiçekleri sularken….Buzlar eridiği zaman su haline geçiyor. Su tüm canlılar için önemli. İhtiyacımız kadar kullanmalıyız.

Toprağı temsilen bir kase toprak koyduk masamıza. Önce avucumuza alıp inceledik. Toprağın altında neler var biliyormusunuz? Karıncalar, bitki kökleri, solucanlar, köstebekler…Peki ya üstünde. Ağaçlar var. Toprak, yağmur sularını içine emer ve ağaçlar kökleriyle bu suları çekerler. Nasıl dediler. Toprağı 2 kaseye bölüp, bardaktaki suyu yavaşça içine boşalttım. İşte toprak suyu böyle çekiyor.
Ve finalde toprakla suyu iyice karıştırıp, çamurla oyun oynadık.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

İpek ve Sencer'den inciler

<*> Sencer yerde mandalina kabuğu bulur ve ağzına sokar.
İpek: Sencer onu yeme, o yiyecek değil.
<*> İpek anne boya verirmisin der. Tamam kızım hemen veriyorum kuru boyalarını. Hayır anne ıslak boya ver.
<*> Balkondan yıldızlara bakıp twinkle twinkle little star şarkısını söyledik.
İpek: Onlar dans etmiyorlar.
Sencer: Çünkü onların gözleri yok.
<*> İpek ve Sencer banyo yaparken odaya havlu almaya gittim. Döndüğümde;
İpek: Anne neden kapıyı çalmadan girdin. Şimdi çık ve tekrar gir. Anne: Affedersiniz kızım. Unuttum. Bi dahaki sefer çalacağım.
<*> İpek tuvaletini yaparken kapıyı çaldım, girebilirmiyim.
İpek: Müsait değilim anne.
Anne: Arkamı dönüp giderken. İpek: Anne geeel bitti.
<*> İçimden sinir bozucu bir konuyu düşünürken;
İpek: Anne sen neden kızgın görünüyorsun
Anne: Yoo ben kızgın değilim.
İpek: Kaşlarını çatarak bana baktı ve peki neden böyle bakıyorsun.
Anne: Pes. Bunlardan hiçbirşey saklanmıyor.
<*> Eşofmanla mahalle marketine giderken,
Sencer: Çıkar bunu.Bununla dışarı çıkılmaz. Kot pantolonumu giyiceem. Sende giy pantolonunu.
Anne: Üstümüzü değiştirmeden evden çıkamadık.
<*> Çocuklar siz kime oy vereceksiniz?
İpek: Atlıkarıncaya
Sencer: tiyatroya
<*> İpek sen ne yedin?
İpek: Çorba
Anne: Çorbanın içinde ne vardı
İpek: Ekmek
<*> Sabah 06:00
İpek: Anneeee
Anne: Efendim kızım
İpek: Beni kucağına al
Anne: Ne oldu kızım, rüyamı gördün
İpek: Hayır anne, tırtıl gördüm
Anne: Yaprağın üstündemi
İpek: Hayır kolumun üstünde
<*> Sencer babasının kucağına atlar;
Baba: Ahh yumurtalarımı kırdın
Sencer: Sen tavukmusun yaa
<*> Yağmurlu bir akşam pencereden dışarıyı seyrederken, şimşek çakar;
İpek: Şimşek neden çakıyor anne
Anne: Gökyüzünde bulutlar çarpıştığı için.
İpek: Arabalar birbirlerine yol veriyorlar,onlar çarpışmıyorlar,bulutlarda yol versin, o zaman çarpışmazlar.
<*> İpek: Şimşek çakınca neden ses çıkmıyor
Anne: Her şimşek gökyüzünü aydınlattığında ses gelmiyor. Gidip kitaplarımızdan araştıralım. araştırdık ki; Işık hızı sesten daha hızlı yayıldığı için, gökgürültüsü şimşekten sonra gelir.

1 Temmuz 2011 Cuma

Küçük mozaik taşı


İpek yuttu. Tam 12 gün oldu. Ağzından çıkarmasını söyledim birkaç defa. Hem gülüyor hem ağzında gıcır gıcır oynatmak hoşuna gidiyor gibiydi. Babaannede telaş yapınca , çıkarmaya çalışırken yutuverdi. Döndüremedi ağzında. Korkudan başladı ağlamaya. Hemen kucağıma alıp teselli ettim. Tamam korkacak bişey yok. O çıkıcak. Bulgurlu aşlar pişirdi babannesi. Dışkıyla atılır dedik . Kakasını kontrol edebilmek için, lazımlığı kullanacaktık ama klozetten başka yere yapmıyor. Bizde ona çaktırmadan klozetin içine yoğurt kabının kapağını koyup , üstünede adaptörü yerleştirince itiraz etmeden yaptı. İtiraz etmedi derken sadece sordu, onu niye içine koydun. İlgisini dağıtıp konu değiştirdim. Poposunu silip gönderdim salona. Gerçekten hoş bir durum değil. Burnunu kapatıp, çubukla kaka analiz etmek ve kokuya eyvallah çekmek. Bir değil iki değil. Bu böyle halledilmez. Sonra bir evham yaptım. Acaba vücudunda bi yerde takılır mı, neden yapılmıştır bu taş, kimyasal çözülme olur mu?. İpeğin halinden bir şikayeti yok. 2 haftadır ne kadar da rahatız. Yoksa 3,5 yılın getirdiği pişkinlik mi. En iyisi doktora danışmak. Belki ultrason yada röntgen. En azından öğreniriz hala midede mi yoksa bağırsaklarda mı? Gözümüzden kaçıp çıkmış da olabilir.

30 Haziran 2011 Perşembe

Uçurtmalar, balıklar ve boğaz

Sabah erkenden kalktım Çengelköyde kahvaltı aşkına. Çocuklarda kıpır kıpır heyecan, balık tutacağız diye. Oltalar akşamdan ayakuçlarına kondu. Sabah çanta hazırla, birini giydir ötekini tuvalete oturttur, kendin hazırlan derken evden çıkamadık vaktince. Gene evden çıkarken yanına skooter yada kamyon alma tartışması. Baktım ikna gücüm zayıf, olta ve kovayı onların eline tutuşturunca otomatikmen kriz çözüldü. Üsküdar’a hareketle meydandaki metro inşaatının etrafından uzunca yürüyüp uçurtma müzesine varıyoruz.. çocuklardan daha meraklıydık. Oradaki görevli uçurtmaların tarihini,yapılışlarını,festivallerini anlattı bize. Ahtopot, kelebek, helikopter böceği ,ejderha şeklinde uçurtmalar.

Çocuklar, ilgilerini çeken birkaç uçurtma ve uçurtmalarla ilgili kitap dışında bir an önce oradan uzaklaşma çabası içindeydiler. Elimi çekip hadi balık tutmaya gidelim deyip durdular. Balıklara uçurtmalardan daha çok konsantre olmuşlar. Akılları fikirleri ordaydı. Birkaç broşür alıp rotayı Çengelköy’e çevirdikten sonra, yol üzerindeki balık avı malzemeleri satan dükkana girip , kurşun ve çapari aldık. Çocuklar kucağımızda biz tabana kuvvet meydana yürüyüp otobüse bindik. Bu kısa yolculuğun sonu Çınaraltı çay bahçesi. Vakit öğlen olmuş. Çıtır çıtır simitler tarihi fırından. Peynir bal zeytin şarküteriden. Ortaya sucuklu yumurta. Birde hararetimiz varmış. Cem 4 su bardağı bende 3 su bardağı çay içmişiz. Sencer boğaz havasında şekerleme yaptı.

İki sandalye birleştirip, battaniyeden yer yaptım ona. İpek mekiri ayakta her zamanki gibi. Uyursa bir şey kaçıracak sanki. Kedi, köpek peşinde. Uzun zamandır edilmeyen bu dört köşe kahvaltıdan sonra yan tarafa balık tutmaya geçtik. Kurşun bağlandı. Çocuklar durun bi , iğneler batacak. Yavaşça açıyoruz. Sallıyor oltayı Cem boğaza. Hadi rastgele. Yavrular bağrış çığrış. Ben atıcam, ben tutucam, ben çekicem, ben ben ben….. Korkuyorum bi yandan olta büyük. Fırlatırken kendileride düşecek. Sencerin biri alnına bir dudağına iki defa kurşun çarptı. Neyseki bişey olmadı. Verdik ellerine oltayı, arkalarında biz. Her an ellerimiz müdahaleye açık. Ara sıra sarıp, tekrar atıyoruz. Ne gelen var ne giden.. Yandaki adam üçer beşer dolduruyor kovayı. Bu iş göründüğü kadar kolay değil söyliyim. Ya balıklar akıllanmış. Ya olta ya yem seçiminde hatamız var. Yavrularında hevesi kursağında kaldı.

Yandaki adam halimizi görünce oltasından iki balığı , çocukların kovasına denizden su doldurup içine koydu. Pek mutlu oldular. Kıpır kıpır balıkların etrafından ayrılmadılar. Ellerine aldılar. Bak bak yüzüyorlar diyorlar. Eve eli boş dönmekten iyidir. Babanneye göstericeklermiş. Sonrada pişirip yiyeceklermiş. Takım taklavatı toplarken Sencerin eline çaparinin iğnesi battı. Cemin Sencer’i tesellisi şöyle: Oğlum usta olurken yaşanır böyle kazalar. Hep Sencerin başına geliyor bunlar. Çünkü İpek temkinli adım atıyor, Sencer balıklama dalıyor her şeye. Daha meraklı. Parktan yola doğru yürürken köpekler yaklaşıyor yanımıza.

İnsan canlısı bunlar . Dostum istemiyorum dememe rağmen beni de yaladılar. Belki, yemek bulma derdindeler. İpek mest oldu köpeklerle oynarken. Yalnız ayrılmak bilmedi. Hadi artık eve dönüyoruz dediğimizde, koydu postasını bize, başladı ağlamaya. Önce Cem ikna turlarını attı, sonra ben. Saatin geç olduğunu, onlarında eve gideceğini vs vs. anlatıp, uyku huysuzluğuyla dönüş yoluna girdik.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Demiryolu Müzesi ve Eminönü

Bugün evden çıkmadan önce scooter krizi yaşadık. Alışveriş arabasından sonra scootersız çıkmam abi modundayız. En son babayla motorsiklete zincirlemeye karar verip ikna ettik. Onlar otoparka gidip bu işi yaparken ben kapı girişinde makyajımı yapıp aşağıya indim. Yanılmışız. İpek ikna olmuş, Sencer bırakmamakta kararlı ama bizde kararlıyız. İhaleyi süt dilimine bağlıyoruz. Markete yürüyene kadar ayrı bir kıyamet. Öğlen vakitleri yaklaştığından uyku huysuzluğuda var. Puset kullanmıyoruz. Anne, baba ; yorulduk deyince sizi mi taşısın kucakta, çantamı taşısın sırtta, yoksa scooter mı taşısın elde. Kadıköye kendimizi atıp, kahvaltıyı börek çay eşliğinde vapurda yapmak vardı ama Cemin beyaz fırın poğaça ve limonatası sevdasına orada tamamlayıp, vapurda soluğu aldık. Köpükler, dalgalar, martılar, gemiler, yorumlar eşliğinde Eminönü ‘ne yanaşmak üzereyken çişim geldi dedi ikiside. Koştuk tuvalete sırayla yaptılar. Vapurda Sencer sıkma portakal suyunu üstüne döktü. Kuruması için kendi haline bıraktık.

İlk Sirkeci garı girişindeki demiryolu müzesini gezdik. Gerçek trenleri de evdeki bozup yaptıkları ahşap tren ve yolları kadar merak edip seviyorlar. Yavruların en çok ilgisini çeken masa üzerine kurulmuş minyatür trenler idi. Bir tanesi çalışıp döndükçe başından ayrılmadılar. İpek müzenin kırmızı perdelerinin arkasında ne olduğunu sordu. Hatta perdeyi açmam konusunda ısrar etti. Müzenin içinde gerçek bir tren bile var. Banliyö treninin makinist bölümü. Çocuklar içine girdiler. Başkaca ilgilerini çeken istasyon çanını çaldılar.

Müze çıkışında dışarıdaki trenlere yeltendiler, sonra çocuklara güneş gözlüğü bakmak üzere Eminönü sokaklarına bıraktık kendimizi. Cemin bildiği gözlük toptancılarının yerinde yeller esince Erbay müzik aletleri mağazasına girdik. Burada geçen sene bizimkilere bir bateri seti bakmıştık. Ama almadık. Bir dahaki gelişe inşallah. Yerine üzerine oturup zıplayacakları balon aldık. 12o kg. çekiyormuş. Evde ben oturuyorum üstüne. İpek te sırtıma çıkıyor. Beraber zıplıyoruz.:))Onca dolaştık . İpeğe gene bir şapka alamadım. Doğubanka geçip çocuklar için cd player bakacaktık ki benim dışında tüm ahalinin yorgunluk , uyku ve açlık sinyalleri çalmaya başladı. Yine Cemin kaşarlı lahmacun isteği üzerine Cağaloğlu Sütişe gitmek için, Nuriosmaniye ye kadar tırmandık. Bana yokuştan götürme bizi diye söyleniyor. Cağaloğlu her yönden yokuş. Hapur hupur yemek sonrası Sirkeciye inerken tozsuz tebeşir ve silgi alıyoruz evdeki yazı tahtamız için. Sencer kucağımda uykuya dalıyor bu arada. Tekrar Doğubanka döndük. Birkaç mağaza dolaştık ki Sencer uyurken, göğsümde kusmaya başladı. Hemen mağaza önüne çıkıp dik tuttum onu ve başını. Kusmaya devam etti. Sanırım midesini üşüttü. Soğuk su, ayran, portakal suyu, dondurma, yemekler. Birkaç esnaf üst baş değiştirmemiz için çarşı içinde yer gösterdiler . Çeşme vardı içerde. Elini yüzünü yıkadım. Onların yedekleri vardı da benim yoktu yanımda. Senceri baştan aşağı yeniden giydirdim. Kendimide ıslak mendille temizleyip dışarı çıktık. Bu halde trene otobüse binsem yanımda oturan küfreder kusmuk kokuma. Hal böyle olunca dolaşmayı kısa kesip vapura bindik. Bu sefer dışarıda oturup martılara simit attık. Yavruların tren merakına Haydarpaşa da inip koşa koşa banliyöye yetiştik. Çocuklu olunca bize hemen yer verdiler. Bostancıya kadar kah hızlanıp kah yavaşlayıp taka taka tak tak seslerinin ne olduğunu sorgulayarak geldik, tıklım tıkış trenden indik ve tövbe dedik. Mısır çarşısına uğrayacaktık, vakit kalmadı. Baharat çalışmaları için çekilmemiş vanilya kahve ve tarçın almam gerekiyordu. Zaten şu Eminönüne gelip iki gün dolaşsan yetmez vakit. Veee maaile, Bostancı Yaşar Ustanın Karadutlu, sakızlı, cevizli, kayısılı, limonlu gerçek parça meyveli dondurmalarıyla günü tatlıya bağladık….

24 Nisan 2011 Pazar

23 nisan 2011

23 NİSAN
Bu 23 nisan eve yakın tek vasıtayla ulaşabileceğimiz yerlere plan yaptım. Aslında Beşiktaş İnönü Stadı kutlamalarına katılmaktı niyetim. Hava serin. Yollarda sürünmeyelim diye vazgeçtim. Cumartesi Oyuncak Müzesi, sonrasında Caddebostan parkı, yürüyüş.,veya Özgürlük Parkı .,Pazar günü ise sabah Cinderella kül kedisi tiyatro, öğleden sonra ise Üsküdar Validebağ korusu. Buraya daha önce hiç gitmemiştik. Akşamdan bayrağımızı astık salonun camına. Yarın çocuk bayramı.hep beraber kutlayacağız diye anlattım yavrulara. Hayır parka gidelim dediler. Tamam zaten parka da gideceğiz. Sirke gidelim anne. Sirk gitmiş annecim. Gelirse yine gideriz. Ertesi sabah erkenden kalkıp, kahvaltımızı ettik. En güzel elbiselerimizi giydik. (İpeğin son aylarda bir prenses sevdası var. Elbiseyle yatıp kalkıyor. Selma teyzeyide alıp çıktık yola. Düşüncem yaşları uygun olmadığından aktivitelere katılmak değil hep beraber oyuncak müzesini gezmekti. Daha önce buraya geldiğimizde bebektiler. Bu sefer daha keyifli oldu. Biraz daha anlayarak dolaştılar. Hele en altta bulunan denizaltının içindeki akvaryuma bayıldılar. İlk pamuk şekerlerini yediler.

İki defa gelmeme rağmen, ilk defa geziyormuş kadar zevk aldım. Çıkışta İpek müzenin girişindeki zürafaların sırtına çıkmak istedi. İki gözü iki çeşme. Kızım bak çok yüksek. Bizim bile boyumuz yetişmiyor. Zar zor ikna edip Caddebostan’a yöneldik. Kültür merkezini keşfedip, sonrasında ver elini park. Çimlerde koş, kay, sallan. Kay kay , paten kayanlara imren. Anne lütfen bizde paten alalım yalvarışlarını dinle. Tamam bir sene sonra söz alacağız. Daha küçüksünüz. Dayanamayıp scooter araştırması yap. Spor malzemeleri satan mağazaya gir. Çocuklar için olan kay kay dene, skooter denet. Ayak numaralarına göre paten yok. Erken olduğuna karar ver. 3 tekerleklilerden vazgeçme. Sahile geri dönüp , denize taş at, yosun kokusu eşliğinde. Deli gibi yoğun bir kışın ardından Ahh tatil diye iç geçir. Yere oturup kumlarla oyna ve güneşin batışını izle. Güneşle ilgili soruları cevapla. Bakın birazdan tamamen kaybolucak, ertesi sabah tekrar doğmak üzere. Eve bir poşet dolusu kum deniz kabuğu ve taş götür.
Yolun yarısında, anne sen taşı çok ağır. Bir dahaki sefer taşıyabileceğin kadar al lütfen. Vee her aksiyonlu günün ardından olduğu gibi eve dönerken arabada uyu. Ertesi gün sabah 11 de oyun başlıyor. Tiyatro Mie’nin Kül kedisi Cinderella. Tiyatroya gitmeyi pek seviyorlar. Arkalardan bilet bulmamıza rağmen, Kozzy de koltuk düzeni harikaydı ve hiç sorun yaşamadık. Pür dikkat dinlediler. İpek 2. perdenin başında çişim geldi deyince, babayla tuvalete gittiler. Halbuki arada Sencer i tuvalete götürdüm. İpek benim yok demişti. Demek ki çocuk aklına her zaman uymayacaksın. Yerine oturana kadar, balkabağı ve farelerden oluşan at arabasını sahnedeyken göremedi.
En sevdiği hayvan atlar. Aklına geldikçe lütfen gerçek atlara gidelim diyor. Oyundan sonra Validebağ korusundaki panayıra geçtik ve hayal kırıklığına uğradık. Çok kalabalık ve vasattı ortam. Çok geçmeden terk ettik alanı ve öğretmen evinde konaklayıp, koruyu kendimiz gezmeye karar verdik. Oldukça bakımsız bu koruda kozalak , meşe palamudu, küçük kırmızı meyveler topladık. Kuş seslerini dinledik. Börtü böcek bitki çiçek keşfi yaptık. Aniden kakam geldi dediler. İkisi birden. Önüm arkam, sağım solum sobe değil ağaç... Nereye götüreyim şimdi sizi, biraz tutun. Anne çok sıkıştııım. Bir kuytu köşe bulup yaptırdık sırayla. Babamızda onları gömdü toprak çalı çırpıyla. Bir yandan rahatsızlık duydum bu durumdan, bir yandan yetiştirebileceğim bir yer bulamadım. Dönüşte Koşuyolu parkında oynadık. Kuşları köpekleri sevdik. Her gördüğümüz köpeği sahibinden izin alıp seviyoruz İpek sayesinde. Vee günün finali erken uyuyan çocuklar ve mutlu anne...

22 Mart 2011 Salı

İKİ azı dişi ,İKİ bıldırcın

5 gün oldu . 2 azı birden çıkıyor. Ateş basıyor. Anne ağzım ağrıyor. Biliyorum oğlum. Dişlerin çıkıyor. O yüzden. Şurup içmicemmm. Ağzımı yakıyor. Bak oğlum içersen ağrın kalmayacak. Hem oyun oynamaya halin olacak. İkna olmuyor. Nasıl içireyim. Pekmezli suyun içine koy , olmadı meyve suyunun içine kat, kayısı kompostosunun içine kat. Son bir aydır hergün şurup içiyor. Günde 3-4 posta. Öncesinde grip olmuştu. Bıkmış olmalı. Ateşli baygın baygın yatıp ağlıyor. Elini yüzünü yıka, ıslak bez koy alnına. Çıkar kıyafetlerini. Yine aynı terane fitilmi alsaydım. Burnunu sık. Ağzına dök diyorlar. Yapamam. Hiç zorla bişey yapmadık ki onlara. Yok en iyisi sütün içine karıştırayım. Önce ½ sulandırayım. Biliyorum süte hayır demez. Süt ilacın etkisini yok edermiş. Mecbur kalınca denedim. Anne sen ne kattın buna dese de . Hiçbişey annecim. Nasıl cin. Bir süre sonra ateş azaldı. Oğlum cana geldi. Taki 4-5 saat sonrasına kadar. Kaç günde çıkar bu azılar. Diğerleri çıkarken hiç anlamadık. İpeğinkileri kontrol ettim , onunkiler çoktan çıkmış bile. 4 tane. Huysuzlandığını hatırlamıyorum. Yada grip zannettik. Sencerin 2. azılar çıkıyor. 6.gün maaşallah hiç ateş yok. Sağdaki iyice belirginleşmiş, soldaki yeni yeni beliriyor. Ertesi gün ben işyerindeyken çocuklar aradı .Anne kuş aldık . Nasıl yani. Babaanne ve dede ile pazara gitmişler. 2 tane bıldırcın, birinin adı pamuk. Çünkü beyaz. Diğeri kızıl kahve kırçıllı. Adı kavun . Gelirken kutuyu onlar taşımış. Bi defada yere düşürmüşler. Olmaz öyle kutu içinde. Kafes bulma telaşı sardı şimdi. Cem tabiî ki ben yaparım dedi ve ekledi akşam Bauhaustayım beni merak etmeyin .

Aslında bi yandan üzüldüm. Son derece karşıyım hayvanların kapatılmasına kafeslere. İsterim ki toprakta eşelensin . Böcek, ot yesin. Doğal ortamda olsun. İşten dönünce kapıdan elimi kolumu çeke çeke kutunun yanına getirdiler beni. Ta ta ta taaaam İşte kuşlar. Nasıl heyecanla anlatıyorlar. İpek habire eline alıyor. Bi defasında kakasını yapmış eline. Biraz yem biraz su. İki tanede mısır koçanı içinde. Çocukken 5.katta 2 civciv balkonda beslemiştim. Büyüdüler büyüdüler .Birgün balkonun pervazından apartmanın bahçesine uçmuşlardı. Hiçbişey olmadı. Aşağıda otlamaya devam ettiler. Koştum aldım yukarıya. Sonra temelli ayrılığımız bigün dudağımı gagalamasıyla mahalle kasabında oldu.. Bugünse bıldırcınlarla ilgili tek bildiğim şey yumurtalarının faydası. Açtım interneti. Nasıl bakılır, ne yer, nerede ne kadar yaşar bu kuşlar. Evde tubitakın civcivler ve yumurtaları diye bir kitabımız var. Onu okuyayım çocuklara . Tek tek baktım sayfalarına bıldırcınlarla ilgili hiçbişey yazmıyor. Kuşlar ellerinde. Babaanne mutfaktayken, yavrular çıkarmışlar kuşları. Dolabın arkasına girmiş. Babaanne koooş. Kuş kayboldu. Bulup tekrar kutusuna koymuşlar. Bide kakasını yapmış yere. Sencer babanneye elletmemiş. Ben kendim ıslak mendille sileceğim.

Bakalım ileriki günlerde kuşlarla maceralarımız nasıl olacak. Şimdilik sadece anlatıyorum. Kuşların yanında alçak sesle konuşalım. Çünkü onlar çok ufak ve korkarlar. Elimizde nazikçe tutalım. Ellerimizi sık sık yıkayalım. Ertesi gün dede yumurtacıdan saman almış gelmiş. Baba ahşaptan kafes yaptı içine samanları doldurdular. +3 bıldırcın daha geldi. Oldu mu 5 tane. suluklar , yemlikler alındı. Bizimkilerde bi heves. bence ev ortamında yumurtlamaz. Yumurtlayacaklar mı acaba . Yahu hergün mıncıklanan hayvan yumurtlar mı . Bekleyişteler….

9 Şubat 2011 Çarşamba

Çocuk tiyatrosu oyuncuları çocukları çok sevmeli

Son zamanlarda gittiğimiz birkaç oyun. Kırmızı başlıklı kız. (tomurcuk çocuk tiyatrosu), alis harikalar diyarında ve Cinderella Kül Kedisi(tiyatro mie), bir kümes müzikali (tiyatro alkış). Sokak kedileri (Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın. İçlerinde en çok Tiyatro Mie 'yi beğendim. Neden mi? Bir çocuk oyunu hem eğlendirmeli hem düşündürmeli hem öğretmeli. Çocuklar hayatı oyunla tanırlar. Bu nedenle oyunun yazılması ve sahneye konulmasında, çocuğun gelişimsel özellikleri, psikolojisi, soyut ve somut olanı ne zaman anlayacağı çok iyi bilinmeli. Sınırsız hayal güçleri var yavruların. Çocuğun seviyesine inip bakmalı oyuna ve anlamayacağı kavramlar verilmemeli. Olaylar neden sonuç ilişkilerine bağlı, küfür olmayan ve iyilerin kazandığı sonlar olmalı. Bir kümes müzikalinde çok bozulmuştum, oyunculardan biri aptal diye bağırmıştı sahnede. Çocukların dikkat sürelerinin kısa olduğu bu yaşlarda ses ve beden dilini iyi kullanmalıdır.
Çocuklar gördükleri hareketi taklit ederler ve çevresindeki davranışları örnek alırlar. Dolayısıyla çocuk, oyunu davranışa dönüştürebileceği için mesaj iyi aktarılmalı. Örneğin doktordan, karanlıktan vs. korkan bazı çocuklar, seyrettikleri oyunun olumlu etkisiyle korkularında azalma görülmüş.
Yavrularımla gittiğimiz tüm oyunlarda pür dikkat oturup izlediler, kimi zaman alkışla karşılık verdiler. Kimi zaman yüksek sesten korkup boynuma sarıldılar. Saklambaç, körebe gibi oyunlar öğrendiler. Acaba oyunları, çocuk oyuncular oynasa daha mı hoş olur diyorum bazen.

17 Ocak 2011 Pazartesi

AİLE İÇİ İLETİŞİM SEMİNERLERİ-1

“Çocuk Olmak ve Pozitif Disiplin”
Çocuğunuzla ilişkinizde sınır koymakla ilgili bir belirsizlik ve kararsızlık mı yaşıyorsunuz?
...Ne zaman “hayır” diyeceğinizle ilgili aklınız karışıyor mu?
Çocuğunuz söz konusu olduğunda kural koymakla ilgili sorunlar yaşıyor musunuz?
Uçlar arasında gidip gelmek, bir çocuğun gözünden bu tartışmaya kulak vermek, empati yeteneği güçlü bir ebeveyne dönüşmek, gerçek vak’a örneklerini dinleyip fikir üretmek için Uzman Psikolog Iraz Toros Suman’ ın konuşmacı olduğu Aile İçi İletişim Seminerleri’ nin ilkine, Pozitif Disiplin hakkında konuşmaya davetlisiniz..
Tarih: 23 Ocak 2010, Pazar, 14:00- 16:00 Yer: Bizden1e, Kişisel Gelişim Merkezi, Bostancı Ücret: 25 TL. Kayıt ve Bilgi Almak İçin: iraztoros@yahoo.com
* Katılım kontenjanla sınırlıdır.Katılmak isteyenler 21 Ocak Cuma gününe kadar kayıt yaptırabilirler.
*** 1980 doğumlu Iraz Toros Suman, İstanbul Bilgi Üniversitelerinde aldığı psikoloji lisans eğitiminin ardından bir kadın sığınma evinin kurucu müdürlüğünü yaptı. Bu deneyim aile içi iletişim problemlerinin geldiği son noktaya şahit olmasını; böylece çocuklarla çalışmanın önemini kavramasını sağladı.Bu dönemde uzmanlığını tamamladı ve tezini “aile içi şiddet” üzerine oluşturdu. Kadın sığınma evinde kurduğu oyun odası herşeyin başlangıcıydı. Sağlık bakanlığı çalışanı olarak geçirdiği yıllarda çocuklarla ilgili ölçme-değerlendirme süreçlerinde aktif olarak yer aldı.Normal gelişim gösteren çocukların yanısıra farklı gelişim gösteren çocuklarla bol bol çalışma fırsatı bulan uzmanımız, 2009’dan beri “Iraz’ ın Oyun Grupları” adlı oluşumu ile alternatif eğitim modellerinden esinlenen aktiviteler yaratarak ebeveyn katılımlı oyun grupları düzenliyor. Toros Suman aynı zamanda,İstanbul’ da özel bir merkezde aile danışmanı olarak çalışmakta.

3 Ocak 2011 Pazartesi

Yeniyıl kutlamalarımız ve çekiliş hediyemiz

Seviyorum yeni yılın ışıltılı caddelerini, alışveriş telaşında insanlarını. Evimde çoluk çocuk, büyük küçük maaile oturulan sofralarını. Çocukken tombala oynardık. Hatta gazeteler bile eklerinde verirdi. Yeniyıldan önce her sene kar yağar mı diye de ümit ederim. Kartpostallarda çok güzel görünüyor karlı ev manzaraları.
Bu yılki yeniyıl kutlamalarımız bir hafta önceden oyun grubu partisiyle başladı. Keyifli aktiviteler hazırlanmış , balonlar, şarkılar, ikramlar, arkadaşlar. Kalabalık içinde bol bol oynadılar.

Birkaç gün öncesinde ise evde ağacımızı süsledik. İpek nazikçe süsleri ağaca asarken Sencer rafya dolamayı tercih etti. Hala ile beraber onların tabiriyle yavru ağacı da süslediler.
Mail grubumuzda yılbaşı çekilişi yaptık. Sevgili Çiğdem ve Eylül Naz'a, Sevgili Nesrin ve Yiğit'e bir yeni yıl masal kitabı hazırladık. Hediyelerimizi de yanına koyup gönderdik. Bizim hediyelerimiz geldi. İpeğe küp yapboz, Hatice ve Çiğdem'den. Fotoğrafınızı keyifle saklayacağız. Sencer'e mıknatıslı hayvan yerleştirme oyunu. Sevgili Fatma ve kızı Azra'dan. Bu arada çok incesiniz İpeği de düşünmüşsünüz. Harika bir yılbaşı kartı . Hepinize çok teşekkür ederiz. Yavrularım çok mutlu oldu. Önce yapboz ile oynamaya başladılar. Konsepti anlamayıp kule yaptılar. Kendi hallerine bıraktım. Doysunlar sonra doğrusunu gösteririm diye düşündüm. Devamında Sencer'in hediyesine geçip hayvanları yerleştirdiler.
31/12 günü koştur koştur işten eve geldim. Hemen mutfak ve masa hazırlığı. Bir yandan ocağa kabak tatlısını koydum. Yeni yılın ilk dakikalarında yemek üzere. Yeniyıla nasıl girersen bütün bir yıl öyle devam eder düşüncesiyle. Halamız hindi ve pilavı pişirmiş. Bayılırım özenli sofralara. Mum ve çiçek olmazsa olmazlarımdan. Mumu ben yaktım yavrular üfledi. Yanına iyiki doğdun şarkısı patlattılar. Ama biz doğumgünü değil yeni yıl kutluyoruz. Bir de altınlı çöreğimiz var, onu bu yıl pişirmedik. Çöreğin içine altın konuyor ve pişiriliyor. Servis yapılırken altınlı dilim kime denk gelirse, yılın en şanslısı o oluyor.
Sonra yılın ilk iş günü, 3 ocak sabahı vapurla Eminönü'ne geçiyorum. Okuduğum gazete köşesinden esinlenerek, yeni bir yıla başladık diye düşünürken neler yaptım dedim ben 2010 da. Her gelen yıl, yeni bir ufuk açmadıkça hayatıma ne farkı vardı yeni yılların eski yıllardan. Düşündüm. 2010 da muhteşem bir sergi gezdim. Hayranı olduğum bir eğitim aldım. Ne yapmamışım. Az okumuşum. Koca yılda sadece 4 kitap. 2011'den ne bekliyorum. Önce sağlık sonra daha az yorulduğum mesai saatleri, daha çok seyahat. Yeni yerler görmeliyim bolca. Beni deşarj ediyor. Bi karavan almalıyız. 40 kere söylersem olur mu? Tanrım dualarım kabul saatine denk gelir mi?
O anda Tanrıdan ses geldi. Vapur yanaştı iskeleye draan diye sarsılarak. Tahta dar iskeleler sürüldü. Bende hayal dünyasından çıkıp kendime geldim. Daha çok çalışman lazım mesajıydı bu. Her sabahki gibi tabanlara kuvvet Cağaloğlu'na yürüdüm. Vakfa vardım. Yeni yılın gerisayımı başladı benim için umutlarımla...