28 Şubat 2010 Pazar

Kartal Ekolojik Pazar /Gel Oyna

Bu pazar yavrularla ekolojik pazara gittik. Burası sadece bir pazar değil. Pazar alanına kurulan çadırda etkinlikler var. Bu hafta keçeden parmak kukla yapımı ve ahşap oyuncak boyama  vardı. Sencer bir uçak boyadı. İpek tırmanan ayı .  Bitmeyen kısımlarıda  baba tamamladı. Diğer ahşap oyuncaklarla oynadılar. Babamız topaçları görünce, nostaljisi tuttu ve 2 topaç satın aldı. En kısa zamanda sahilde döndürücez. Sonra yavrular sallanan ata bindiler. Boyadığımız oyuncaklar kuruyana kadar bizde pazardan alışverişimizi yaptık. Çocuklar marketten aldığımız elmaların kabuklarını soydurur öyle yerlerdi. Oysa burdan aldığımız elmaları çekirdeğiyle sapıyla beraber yediler. Ekolojik farkmı acep bilmem. Artık fırsat oldukça kaçarız buralara.

14 Şubat 2010 Pazar

Sevgililer Günümüz


Kimisi der ki Sevgililer Günü tüketim çılgınlığı, kimisi der ki sevgiyi kutlamak kadar güzel bişey mi var. Ben ikincisini düşünenlerdenim. Hem her özel gün bana bahane. Gönül ne mey ister ne meyhane , gönül sohbet ister mey bahane .



























Yavrularla beraber bir gece önceden pastamızı yaptık. Pembe kalpli. Kalp kalp diye söylenip durdular. Üst baş krema oldu. Aldım pastanın başından doğru uykuya, babasının yanına.
Ertesi gün hava birkaç derece ısınınca ve güneşli olunca canım bir boğaz havası çekti. çook keyifli bir boğaz turu yaptık.
Ido yenilenmiş, Mobilyaları döşemeleri, modern tarzda. Duraksız Boğaz Turu. Duraklı olan haftaiçi ve cumartesileri. Turistlerinde yoğun ilgisi var. Yavrularla beraber olunca, içerde bir köşe kapattık kendimize. Sadece birkaç resim için güverteye çıktım ben.
Bizimkiler hemen arkadaş buldular kendilerine . Ismi Ege. 3 bücür önde 2 anne arkalarında, geminin başından kıçına koşup durduk. Her dışarı çıktığımızda olduğu gibi ikizler ilgi odağı oldu.

Martılara seslendik. Denizi ve gemileri kitaptan öğrenmiştik, iyice pekiştirdik. Sonra bi baktım ki bitmiş Anadolu yakası Avrupa yakasından dönüyoruz. Ipek meyve suyunu içerken uyudu. Sencerle dışarı çıktık biraz. Geminin arkasındaki köpüklere el salladık. Çay aldım elime bir bardak, karşımda Hisar. Yanımda sevgilim ve minik sevgililerimiz. Istanbuldan vazgeçemeyişimin nedenlerinden biridir boğaz.

Tur sonunda Eminönüne geldik. Yeni Camideki kuşlara buğday attık. Yan taraftaki hayvan satıcılarını gezdik. Balık, kuş, köpek, tavşan, kaplumbağa. Hepsine dokunmak istiyorlar. Ordan da tarihi Mısır Çarşısına. Her dolaştığımda uzun uzun nefes aldığım baharat kokuları ve lokumları . Yavrularda ceviz diye tutturunca, onlara ceviz kendime kuru patlıcan ve kuru bamya aldım.
Sonra dedik ki, günün anlam ve önemine binaen akşam yemeğimizi başbaşa yiyelim, yavruları babanneye bırakıp. Nasıl olsa bütün gün yoruldular. Öğlen uykusunu adam akıllı uyumadılar. Evde uyurlar diye düşündük ve biz dışarı çıktık. Gönlümüz rahat 2 saat geçirdik. Eve döndüğümüzde babaannenin kulaklarından çizgi filmlerdeki gibi buharlar çıkıyor. Çocuklar uyumamış, İpek kaka yapmış, poposunu yıkarken, Sencer mutfakta her yere pilav savurmuş. Yer gök pilav. Dedemiz başedememiş. Ufak çaplı bu krizi atlattıktan sonra pastamızı kesip günü tatlıya bağladık. Darısı bir sonraki güne.

8 Şubat 2010 Pazartesi

Benim küçük kara balıklarım


Bu pazar arkadaşımız Duru, annesi ve babasıyla beraber ilk kez tiyatroya gittik. Oyunun adı Küçük Kara Balık. Pınar Kido Çocuk Tiyatrosu Profilo AVM de. Hem büyükler hem küçükler için harika bir oyun. Benim bile yeniden hayatı sorgulamamı sağladı. Keşke birisi bana çocukken bu kitabı okutsaydı yada alsaydı.Öykünün yazarı Samed Behrengi. Oyun kitabın ismiyle sahneye konmuş. Küçük Kara Balık annesiyle birlikte küçük bir derede yaşarken, derenin sonunu merak eder ve ordanda denize açılmak ister. Etrafındakilerinin, annesinin tüm gitme baskılarına karşın hayallerinin peşinden koşar. Kendi sınırları içinde kalmaktansa, yaşamı pahasına daha iyiye ulaşmak için mücadele eder.
Umarım yavrularda hayatlarında Küçük Kara Balık kadar cesaretli olurlar.
Benim kuzucuklar sahnede, oyun başlamadan önce çalınan müzikle, diğer çocuklarla beraber hoplayıp zıpladılar. Sonra koltuklarına oturttum onları. Işıklar söndü. Büyük adam gibi sessizce seyretmeye başladılar. Ta ki Duru gelip onları sahneye çıkmak için çağırana kadar. İpek hiç korkmadı ve gözlerini kırpmadan seyretti. Sencer ise Anne balığın komşusunun sesinden korkup boynuma sarıldı ama o sahne geçince tekrar yerine oturup izledi. İlk deneyim gayet iyiydi. Tek terslik vardı. Fotoğraf makinesini arabada unuttum. Resimlerini çekemedim. Oyundan sonra başka oyunlar oynamak için Kiddyland'e gittik. Jetonla çalışan arabalara,file,atlı karıcaya,trene bindik. Sonrada Duru'lara gittik. Akşama kadar gene oynamaya devam. Kah birbirlerini öperek kah birbirlerini iterek. Anne babalarada sohbet oldu. Bir pazar günüde gülen yüzlerle sonlandı.

6 Şubat 2010 Cumartesi

İpek ve Sencerin kapışmaları

(Babannemizin kucağında) 23 aylıklar ve hemen hemen bir yaşından beri bitmek tükenmek bilmeyen paylaşamama kavgaları var. Sencer İpeğe göre daha güçlü olduğundan (kilo olarak da)hakimiyet onda oluyor. Kavgaların nedeni genelde oyuncak veya anneyi paylaşamamak. Sencer İpeğin elinde gördüğü birşeyi istiyorsa gider ısırır yada saçını çeker ve istediğine ulaşır. Veya İpek benim kucağımdaysa onu ittirip kendi yerleşmeye çalışır. Akşam işten eve gelince kapıda kucağıma ilk o atlar. Çünkü İpeğe fırsat vermez. Peki benim zarif kızım napıyor. Aslında kendini koruyabilecek çevikliğe sahip olmasına rağmen canı yandığı için sadece ağlıyor. Ya benim kucağıma koşar ya babaannesinin. Sencere ne vurur ne ısırır. Hatta son zamanlarda Sencer ona doğru koşarken elindeki oyuncağı al der yada bırakır , kendi başka tarafa kaçar. Tüm bunlar olurken ister istemez canı yananın tarafında oluyorum. Sencer bunu sadece İpeğe değil, hepimize yapıyor. Yaptığının yalnış olduğunu anlatıyorum. Fakat daha algılayamıyor. Elini sıkı sıkı tutuyorum. Tüm bunların yanında benim İpek kızım eline bir büskivi verdiğimde, bir tanede Sencer için ister ve ona götürür. Birbirlerine de hiç küsmezler. On saniye önce saç başayken on saniye sonra birlikte oyuna dalıyorlar. Bu konuyla ilgili yığınla uzman görüşü okudum. Hepside diyor ki taraf tutmayın. Kavgalara müdahil olmayın. Kendi kendilerine iletişim kurmayı öğrensinler. İyi güzelde oğlumun ısırmasına ben bile dayanamazken kızım nasıl dayansın. Üstelik henüz kendini korumayı bile bilmiyor. Aslında bu itme kakmaların bir iletişim şekli olduğunu ve benim ilgimi üzerine çektiğini biliyorum. Biraz daha büyüdüklerinde kavgadan sonra ikisini farklı yerde oynatmak fikrini deneyeceğim. Barışana kadar. Her zamanki gibi soğukkkanlı va kararlı olmak lazım. İkisiyle belli zamanlarda ayrı ayrı dışarıya çıkmakda yararlı olabilir. Ben kıyamamak şeklindeki zayıflığımı aşabilirsem kavgaların son bulması adına yeni metodlar denenecek. Şuan için güzel olan ise kavgayla barış arasında sadece birkaç dakika olması.

ÇEPÇEP

Geçen yaz evimizin balkonundan görünen bir inşaat alanı vardı. Buraya kepçeler kamyonlar gelip gidiyordu. Bigün balkondayken anlattım onlara. Kepçe toprakları alıyor, kamyona dolduruyor diye. Ogünden beri hastası oldular kepçenin. Taklitini yapıyorlar. Her gördükleri yerde çepçep diye bağırıyorlar. Özellikle Sencer. İpek de ondan gödüğünü yapıyor. Hal böyle olunca gittim iki kepçe aldım oyuncakçıdan. Pek sevindiler ogün. Bitane Selma teyzesi almış. İki tanede Erdinç dayısı. Ama bunlar uzaktan kumandalı. Kepçe filosu kurduk nihayetinde. Havalar soğuyupta parkta kumlarla oynayamayınca, kepçeleri nohutla yada mercimekle çalıştırdık. Kepçe nohutları topluyor, avucumuzun içine boşaltıyor.